“Allah insanı iddiasından vurur” diyor ya ismet bey, bunu en sevdikleriyle yapıyor artık buna kani oldum. En acısı da insanların kadere imanıyla olan imtihanının yara alanı olmak. Allah’ı suçlayamadıkları için sevdiklerini suçluyor çoğu insan ve onların ne hissettikleri, ne duruma girdiklerinin bu isyanın içinde pek de önemi yok. “Kendine bile merhameti kalmamış insana, yaradan acısın” diye bir dua dudağında hep olmalıydı insanın.
Biraz önce kurduğu bir cümlede bahsi geçen cioran’ın “ben şahsen düşüncelerini yaşayanlara değil de yaşama doğrudan karışmış insanlara saygı duyuyorum” cümlesi bir itiraf alanı olmuştu belki de kendine inanan insanların. Onurlu bir yaşayışa bağ barındıran, bir hikayesi olduğuna inandıran insanı, ne çok belki vardı ama bir bekleyen yoktu. Bir belkisi bile yoktu bunun bunu biliyordu. Merhamete övgü onca şeyin içinde baktık ki hiç merhamet de yoktu. Kalbimiz ne çok kırılmıştı şu erken kışta, şu erken yaşta.
Sineye çektiği şeyler ve sırtının yerini haddini bilmek gibi insana öğreten hakiki dertleriyle affedilmeyi umarken insan, kendini yine bir yaralının hırçınlığında yaralanmış bir vaziyette bulabiliyordu işte.
Biz bir şey yaşarız ve bir şey anlatmaya çalışırız, lafı dolandırır, çekiştirir dururuz belki anlatırız belki de yarım bırakırız ama bir ismet özel dizesi her zaman ona yeter demişti ve ne doğru demişti. Yaşadığımız şey merhametsizlikti, kendine bile merhamet beslemeyi bırakan insanlara gücenip dururken, ellerimizi göğe kaldırıp bizi teslim alan o dizemiz hazırdı yine; “merhamet belki çok yüce bir şey ve muhtemel ki merhamet aşktan üstündür”
Her şeyi bilen, bunu da biliyordu.
Merhamet,
insanın andığında bile içini ısıtan o merhametin yokluğu, taşlara selam vermeyi öğreten o sancıya dokunmuştu.
Keşke dedi keşkeler olmasaydı.
“Allah insanı iddiasından vurur” sözünü yaşamasaydık da Allah kulunu yarasından sarsaydı.